bu kırmızı stillettolar da nereden çıktı şimdi dedim. Hınzırca
güldü ve sanki topraktan bir tane papatya koparır gibi nazikçe, incecik; raftan
eline aldı ayakkabıları. İki parmağını ayakkabının topuk kısmına geçirdi ve burunlarını
bana doğru tutup, “bugün en sevdiğim bu ikisi” dedi. “günümü onlarla geçirmeye karar verdim.”
“Nereye gideceksin?”
dedim.
Hiçbir yere gitmesini istemiyordum.
Balkona iki sandalye atar,
öğlene kadar bacaklarımızı balkon demirine uzatır,
kuşlara ekmek kırıntısı atarız, burnumuza kadar
yaklaşmalarını bekler; hangimiz bir kuş
öpecek yarışması yaparız diye geçiriyordum içimden.
Karnımız acıkınca mutfağa geçer,
önlüklerimizi takar,
yapabileceğimiz en zor yemeğin tarifini bulur, denemeye kalkarız.
Yemekte bir de şarap açar, hafif hafif demleniriz.
öğleden sonra belki bir iki saat uyuklar, akşam 5 çayına
uyanırız;
güzel bir film izleriz; komik bir şeyler de olabilir,
hüzünlü de olabilir, bilim kurgu veya gizemli bir gerilim filmi de olabilir…
Ya da bunların hiç birini yapmaz sadece ağlarız… diye bir
anda modum değişmişken;
“Bir yere gitmeyeceğim” dedi.
-Evde topuk sesinden rahatsız olur musun?
“Hayır” dedim ama tamamen refleksif bir cevaptı soruyu tam
idrak edememiştim. Zaten bunu hep yapıyor; sana öyle bir soru soruşu var ki,
büyülenmiş gibi hep onun istediği yanıtı veriyorsun bunu sana yaptırıyor. Bir anda
oluyor, sorunun ne anlama geldiğini düşünmeden cevap veriyorsun.
-İyi öyleyse.
Bavulunu açtı. Ona gösterdiğim dolaba henüz tam
yerleşmemişti; birkaç parça kıyafeti hala bavulda duruyordu. Bavuldan hafif
buruşmuş bir elbise çıkarttı.
-Ütü nerde? Dedi.
Bavula gözüm takılmıştı.
“hala yerleşmemişsin” dedim.
-yoo yerleştim. Bavulu işaret ederek buradakilerden
ayrılmaya karar verdim. Onları birine vereceğim. Tanıdığın biri var mı, bunları
giymek isteyecek…
Şaşırmıştım, bavuluyla birlikte kıyafetlerini birine vermek
istiyordu. Bavulun içine baktım, genelde aynı tipte bir iki elbise, bir iki
çanta ve aksesuar vardı. Kafasında bir şey vardı, kafasında hep bir şey var.
-bakarız buluruz birini dedim.
-ütü nerde.
Dedi ve odadan çıktı. Odada kaldım öylece, yıllardır boş
duran odama can gelmişti, eşyalar aynıydı ama herşey farklıydı, burası hem
benim evimden bir parçaydı hem de değildi. Bir koku vardı, hem bildik bir koku
hem de tonu farklı geliyordu.
Peşinden gittim. Ütüyü bulmuştu ütü masasını açmaya
çalışıyordu. Yardım ettim.
“Çay koydum ben sabah. Kararmadan kendine koy bir bardak.”
dedi
“erken mi uyandın? Sesini
duymadım oysa uykum çok hafiftir, çıt’a uyanırım ben dedim.
“Benden ve elimden daha hafif değilmiş demek ki.” Dedi.
Bir iş yaparken dalıp gidiyor. Yo yo dalıp gitmiyor,
bedeninden siliniyor, benliğinden siliniyor, yok oluyor. Sanki işi görünmez
eller yapıyor. Onun bedeni ile benim bedenim arasında 2 metrelik bir sonsuzluk
var. Bu mesafe asla aşılamaz.
Çay koydum kendime. Ütüsünün bitmesini bekledim sessizce balkonda oturup.
Bana bir şey demesini bekledim.
Bana bir program yapmasını bekledim, bugünü nasıl
geçireceğime dair.
Onunla ya da onsuz, bana bugün hayatta kalmak için bir plan
yapmasını bekledim.
kapının kapanışını duydum sonra.
gitmişti.
Öylece kalakalmıştım. Şey gibi…
son vesaite 20 saniye geç kalmış yolcu gibi, kebapçıya
götürülmüş bir vejetaryen gibi, yanlış filme girmiş gibi, yok yok yanlış uçağa
binmiş gibi, asansörde kalmış gibi, anahtarını kaybetmiş gibi, otobanda lastiği
patlamış gibi, piyangodan büyük ikramiye kazanmış gibi, topuğu kırılmış gibi,
duştayken sıcak yerine soğuk su musluğunu açmış gibi, reklam girdi diye zap yaparken filmin son
sahnesini kaçırmış gibi, kasaya geldiğinde cüzdanını unuttuğunu fark etmiş
gibi, ofsayttan gol yemiş gibi, ihanete uğramış gibi… yok artık!
Gidip çayımı tazelemeye karar verdim. Bu bardağı doldurup çayın altını kapatacaktım
ve perdeleri çekip salondaki koltuğa uzanıp televizyonun karşısında
pineklemekten başka bir şey gelmiyordu aklıma ya da içimden…
O sırada kapı açıldı ve elinde bir iki torbayla içeri girdi.
Gülüyor ve hevesli hevesli birşeyler anlatıyordu, duymuyordum,
torbalardan birini elinden kapıp doğru mutfağa dalmıştım. Heyecanımı ve
sevincimi gizleyebilmek için elimden geleni yapmaya çalışıyor, bunu düşündükçe
elim ayağım birbirine karışıyordu. Her sabah işe giden sahibinin ardından terk
edildim diye depresyona giren ve akşam işten geldiğinde geri döndü diye
tepesine atlayan köpekler gibiydi halim.
Birden durdu.
“Çayın altı kapanmış” dedi.
“Biraz önce çayımı alırken gayrı ihtiyari kapatmışım” dedim.
“Boşver kahvaltıda meyve yiyelim zaten bugün” dedi.
“olur” dedim.
Yıkadığı meyve tabağından bir elma uzattı, balkona yöneldi.
Sonraki hareketi kırmızı ayakkabılarıyla bacaklarını balkon
demirine uzatıp elmasını dişlemek oldu.
kesinlikle cok icten bir dil. kaleminize saglik. takipteyim...
YanıtlaSilbak buna sevindim hakikaten...
YanıtlaSilcümlelerin akışıdır ruhuma işleyen ki, anlam ona yoldaş olur. tam tersini düşünenler, düşünecek olanlar da vardır elbet.
YanıtlaSilcümlelerin, ne anlatırsalar anlatsınlar okunacak türden sanki. iyi ki kesişmesine vesile olmuşsun yollarımızın.
güzel paylaşımlara diyelim,
luna.
bende takipteyim.Ancak yazıların devamı gelene dek öyle uzaktan ;)
YanıtlaSilLuna, "iyi ki"
YanıtlaSilLevent, uzaktan izlemek, izlemelerin en güzeli. tecrübeyle sabit :)