25 Mayıs 2012 Cuma



bu kırmızı stillettolar da nereden çıktı şimdi dedim. Hınzırca güldü ve sanki topraktan bir tane papatya koparır gibi nazikçe, incecik; raftan eline aldı ayakkabıları. İki parmağını ayakkabının topuk kısmına geçirdi ve burunlarını bana doğru tutup, “bugün en sevdiğim bu ikisi” dedi.  “günümü onlarla geçirmeye karar verdim.”  
“Nereye  gideceksin?” dedim.
Hiçbir yere gitmesini istemiyordum.
Balkona iki sandalye atar,
öğlene kadar bacaklarımızı balkon demirine uzatır,
kuşlara ekmek kırıntısı atarız, burnumuza kadar yaklaşmalarını bekler;  hangimiz bir kuş öpecek yarışması yaparız diye geçiriyordum içimden.
Karnımız acıkınca mutfağa geçer,
 önlüklerimizi takar, yapabileceğimiz en zor yemeğin tarifini bulur, denemeye kalkarız.
Yemekte bir de şarap açar, hafif hafif demleniriz.
öğleden sonra belki bir iki saat uyuklar, akşam 5 çayına uyanırız;
güzel bir film izleriz; komik bir şeyler de olabilir, hüzünlü de olabilir, bilim kurgu veya gizemli bir gerilim filmi de olabilir…
Ya da bunların hiç birini yapmaz sadece ağlarız… diye bir anda modum değişmişken;
“Bir yere gitmeyeceğim” dedi.
-Evde topuk sesinden rahatsız olur musun?
“Hayır” dedim ama tamamen refleksif bir cevaptı soruyu tam idrak edememiştim. Zaten bunu hep yapıyor; sana öyle bir soru soruşu var ki, büyülenmiş gibi hep onun istediği yanıtı veriyorsun bunu sana yaptırıyor. Bir anda oluyor, sorunun ne anlama geldiğini düşünmeden cevap veriyorsun.
-İyi öyleyse.
Bavulunu açtı. Ona gösterdiğim dolaba henüz tam yerleşmemişti; birkaç parça kıyafeti hala bavulda duruyordu. Bavuldan hafif buruşmuş bir elbise çıkarttı.
-Ütü nerde? Dedi.
Bavula gözüm takılmıştı.
“hala yerleşmemişsin” dedim.
-yoo yerleştim. Bavulu işaret ederek buradakilerden ayrılmaya karar verdim. Onları birine vereceğim. Tanıdığın biri var mı, bunları giymek isteyecek…
Şaşırmıştım, bavuluyla birlikte kıyafetlerini birine vermek istiyordu. Bavulun içine baktım, genelde aynı tipte bir iki elbise, bir iki çanta ve aksesuar vardı. Kafasında bir şey vardı, kafasında hep bir şey var.
-bakarız buluruz birini dedim.
-ütü nerde.
Dedi ve odadan çıktı. Odada kaldım öylece, yıllardır boş duran odama can gelmişti, eşyalar aynıydı ama herşey farklıydı, burası hem benim evimden bir parçaydı hem de değildi. Bir koku vardı, hem bildik bir koku hem de tonu farklı geliyordu.
Peşinden gittim. Ütüyü bulmuştu ütü masasını açmaya çalışıyordu. Yardım ettim.
“Çay koydum ben sabah. Kararmadan kendine koy bir bardak.” dedi
“erken mi uyandın?  Sesini duymadım oysa uykum çok hafiftir, çıt’a uyanırım ben dedim.
“Benden ve elimden daha hafif değilmiş demek ki.” Dedi.

Bir iş yaparken dalıp gidiyor. Yo yo dalıp gitmiyor, bedeninden siliniyor, benliğinden siliniyor, yok oluyor. Sanki işi görünmez eller yapıyor. Onun bedeni ile benim bedenim arasında 2 metrelik bir sonsuzluk var. Bu mesafe asla aşılamaz.
Çay koydum kendime. Ütüsünün bitmesini bekledim sessizce balkonda oturup.
Bana bir şey demesini bekledim.
Bana bir program yapmasını bekledim, bugünü nasıl geçireceğime dair.
Onunla ya da onsuz, bana bugün hayatta kalmak için bir plan yapmasını bekledim.

kapının kapanışını duydum sonra. 
gitmişti.



Öylece kalakalmıştım. Şey gibi…
son vesaite 20 saniye geç kalmış yolcu gibi, kebapçıya götürülmüş bir vejetaryen gibi, yanlış filme girmiş gibi, yok yok yanlış uçağa binmiş gibi, asansörde kalmış gibi, anahtarını kaybetmiş gibi, otobanda lastiği patlamış gibi, piyangodan büyük ikramiye kazanmış gibi, topuğu kırılmış gibi, duştayken sıcak yerine soğuk su musluğunu açmış gibi,  reklam girdi diye zap yaparken filmin son sahnesini kaçırmış gibi, kasaya geldiğinde cüzdanını unuttuğunu fark etmiş gibi, ofsayttan gol yemiş gibi, ihanete uğramış gibi… yok artık!
Gidip çayımı tazelemeye karar verdim.  Bu bardağı doldurup çayın altını kapatacaktım ve perdeleri çekip salondaki koltuğa uzanıp televizyonun karşısında pineklemekten başka bir şey gelmiyordu aklıma ya da içimden…
O sırada kapı açıldı ve elinde bir iki torbayla içeri girdi.
Gülüyor ve hevesli hevesli birşeyler anlatıyordu, duymuyordum, torbalardan birini elinden kapıp doğru mutfağa dalmıştım. Heyecanımı ve sevincimi gizleyebilmek için elimden geleni yapmaya çalışıyor, bunu düşündükçe elim ayağım birbirine karışıyordu. Her sabah işe giden sahibinin ardından terk edildim diye depresyona giren ve akşam işten geldiğinde geri döndü diye tepesine atlayan köpekler gibiydi halim.
Birden durdu.
“Çayın altı kapanmış” dedi.
“Biraz önce çayımı alırken gayrı ihtiyari kapatmışım” dedim.
“Boşver kahvaltıda meyve yiyelim zaten bugün” dedi.
“olur” dedim.
Yıkadığı meyve tabağından bir elma uzattı, balkona yöneldi.  
Sonraki hareketi kırmızı ayakkabılarıyla bacaklarını balkon demirine uzatıp elmasını dişlemek oldu. 

5 yorum:

  1. kesinlikle cok icten bir dil. kaleminize saglik. takipteyim...

    YanıtlaSil
  2. bak buna sevindim hakikaten...

    YanıtlaSil
  3. cümlelerin akışıdır ruhuma işleyen ki, anlam ona yoldaş olur. tam tersini düşünenler, düşünecek olanlar da vardır elbet.

    cümlelerin, ne anlatırsalar anlatsınlar okunacak türden sanki. iyi ki kesişmesine vesile olmuşsun yollarımızın.

    güzel paylaşımlara diyelim,
    luna.

    YanıtlaSil
  4. bende takipteyim.Ancak yazıların devamı gelene dek öyle uzaktan ;)

    YanıtlaSil
  5. Luna, "iyi ki"

    Levent, uzaktan izlemek, izlemelerin en güzeli. tecrübeyle sabit :)

    YanıtlaSil