17 Ekim 2012 Çarşamba



Zaten dönemezdi. Bu öyle bir şey değildi.
Evet artık ve asla dönemezdi.
Ezel ve ebedi kapsayan bir zaman algısı içinde düşünülmeliydi asla hep. Başka türlüsü mümkün değildir çünkü.  Kendini, sahiden gizlemek bir şaşırtmaca değildir belki kimbilir?
Zaman algısını yitirmek de değildi niyeti; aksine kendine paralel bir zaman algısı yaratmaktı. Kendisine  ve kendisine ait olana… Böyle yaşayabileceğini fark etmişti.
Bir yolunu bulmuş muydu?
Gece saat 12 civarı olmalıydı. Havaalanından eve döndüğümüzden beri dişe dokunacak bir şey anlatmamıştı; evin heryerini satılık bir ev arayan ciddi alıcı gibi gezmiş; en ince detayına kadar çıplak gözleriyle fotoğraflamıştı.  Eşyalar ve eve özgü ufak detaylarla ilgili bir sürü soru sormuştu.
Masanın üstünde duran süs mumunun ortasındaki sadece bir defa, ve sadece bir iki dakikalığına yakılmış ve hemen üflenmesine rağmen yine de oluşmuş o küçücük erimeyi görüp; “elektrikler pek sık kesilmiyor buralarda galiba” diye bir soru atıp ortaya, benden mumun hikayesini anlatmamı istemişti. Ona göre, onun dikkatini çektiyse, bu mumun, mutlaka bir hikayesi olmalıydı. Sıva çatlağının, portakal sıkacağının, pikabın, parkedeki lekenin, balkon demirlerinin…
Ve o hikaye sağlam bir hikaye olmalıydı, başka bir seçeneğiniz yoktu. O, o hikayeyi duyana kadar sizi sorularla yönlendirecek sonunda duymak istediği hikayeyi size anlattıracaktı.  
Buzdolabının üstünde kalmış olan televizyon kumandasını görüp “bu kumanda genelde burada mı duruyor” diye başlıyordu. “hayır canım unutmuşum orda.iyi gördün tv seyretmek istesek arayıp duracaktık şimdi bi saat” diye cevap veriyordum. “en son ne zaman tv seyrettin” diye bir soru geliyor. “bilmem tatile çıkmadan bir gece önce filandı galiba” diyordum. Ardından bir soru daha: “film mi seyretmiştin en son?”, bir tane daha “Uyumaya gitmeden önce mutlaka mutfağa uğrayan bir insan mısın?” ve bir tane daha: “çayın altını kapatmaya mı girmiştin mutfağa?,  sonra telefon mu çaldı?”
-          Evet aynen.  Ben de gayriihtiyari buzdolabının üstüne bırakmışım demek ki, telefona bakmak için.
-          Beklemediğin bir telefon muydu? Yoksa geceleri pek aranmaz mısın?
-          Genel olarak telefonla konuşmaktan çok hoşlanmayan biriyim; evet ayrıca geceleri telefonumun pek sık çaldığı söylenemez.
-          Peki öyleyse kimdi arayan?
-          Yanlış numaraydı.
-          Bak bu da güzel hikaye olurmuş ama hayır asıl hikaye bu değil.  Filmden bahset, hangi filmi seyrediyordun?
Ve böyle devam ediyordu hikayeler, hikayeler…. yorulmuştum en son sorduğu sehpanın üstündeki ıvır zıvır çanağının içinde bulduğu pembe penayı gösterdiğinde; “o penanın nereden geldiği hakkında en ufak bir fikrim yok” dedim. “En esaslı hikaye buymuş işte” dedi.  Güldük manidar manidar.
Evet gece 12 civarı olmalıydı. Odasını hazırladıktan sonra iyice yorulmuştuk. Hava henüz dışarıda oturulamayacak kadar serinlememişti. Yine de üzerine çantasından çıkarttığı şal gibi bir şey aldı omuzlarını örttü.
Fincanlarımıza uzandık.
Dedi ki,
Dün gece bir rüya gördüm...
.
..
...
Ve anlatmaya başladı...