18 Kasım 2012 Pazar


Günler kısalıyor ve artık buna eskisi kadar sevinmiyorum. 
Bundan bir ay önce benim gibi biri için şehirde yapılacak çok şey olduğunu söylemişti.  Bir sabah holden gelen seslere uyandım. Anahtar şıngırtısı, holdeki dolabın kapağının açılıp kapanması gibi bir takım çıtırtılar...  Daha henüz çok erkendi hava yeni aydınlanıyordu. saati bulmaya çalışırken yastığımın kenarında duran kitabı farkettim. Benim değildi. “alla- allahh!” diyip, elime aldım. Holden gelen çıtırtılar devam ediyordu. Kitabın ortalarına doğru bir sayfa katlanmıştı, ve bir de kalem vardı arasında. Açtım, bir kaç satır işaretlenmişti.  “Her kişi peşinden gidilecek bir tekerlektir…” diye başlıyordu cümle.  Bu onun işiydi ama ne olduğunu da tam anlayamamıştım. Seslendim. Cevap gelmedi, yataktan kalktım bir kez daha seslendim.  Kapının kapandığını duyunca pencereye doğru yürüdüm. Biraz sonra apartman kapısından dışarı çıktığını gördüm. Karşı kaldırıma geçip beklemeye başladı. Pek acelesi varmış gibi görünmüyordu.  Ben de pencereden onu izliyordum. Geçenlerde alışverişe çıktığımızda aldığı siyah kadife elbiseyi giymiş, boynuna da siyah fularını dolamıştı. Saçlarını tepeden toplamış, topuz yapmıştı. Kolundaki  kırmızı çantası ve kulağındaki halka küpeleriyle hepburn’le sedgwick arasında gidip gelen ruh hali kendini ele veriyordu. Orada duruyordu.  Garip bir durumdu elbette ama bu tip durumlarda özellikle de uyku mahmurluğuyla bir şeyi algılamaya çalışıyorsanız dünya yavaşlar sanki, zaman sizinle uğraşmaz, kalemi değilsinizdir çünkü.  Hiç bir şey olmuyordu. O orada durmuş bekliyordu, ben de pencerede saf saf onu izliyordum. Perdenin üzerindeki lekeye gözüm takıldı, biraz daha yakından bakarak ne lekesi olduğunu anlamaya çalıştım, anlayamadım kahve lekesine benziyordu ama kahve lekesinin orada ne işi vardı. Çantasından dergi mi, gazete eki mi nedir belli olmayan bir şey çıkarıp okumaya dalmıştı. Birini mi bekliyordu anlayamamıştım. Banyoya girip yüzümü yıkamayı akıl ettim.  Bu arada kitapta okuduğum cümleye aklım takıldı. Neydi?  “kişi tekerlekti…” mi diyordu? derken; apar topar musluğu kapattım ve pencereye koştum. Orada duruyordu hala. Camı açtım. “Hey!” Diye bağırdım. Duymadı. O sırada bir araba geçiyordu. Geçtikten sonra bir kez daha bağırdım, duymaması mümkün değildi ama duymuyordu işte. “Bekle beni iniyorum hemen!” diye bir kez daha bağırdım ve odaya giyinmeye koştum. Alelacele üşütme birşeyler geçirdim ve evden çıktım. Merdivenleri inip apartman kapısını açtığımda artık karşı kaldırımda durmadığını fark ettim. Köşeye kadar koştum.   Biraz daha yürüyünce çarşıya inen yola dönen köşede gördüm onu. Koştum ama yetişemiyordum. Bir iki kere seslendim ama artık sokakta tek tük insanlar vardı ve o kadar da bağıramıyordum. Bir yerden sonra seslenmekten vaz geçtim, takip etmeye başladım. Dükkan açan çırağın biri tuhaf tuhaf bana bakınca giyinirken ne kadar acele ettiğim aklıma geldi ve giyim kuşamımla ilgili hafif bir güvensizlik yaşadım. Bu biraz hızımı kesti. Sonra üstümde tuhaf bişey olmadığına kanaat getirip yeniden hızlandım, olsa olsa fazla sıradandı üstüm başım. Barboros Meydanından içeriye saptı onu, Kadıköy iskelesine doğru takip ettim. Vapur son yolcularını alıyordu. Yetiştim, ama onu kaybetmiştim.  Vapura biner binmez merdivenlere yöneldim, tam yarısında arkamdan “hişt!” diye bir ses geldi. Döndüm, orada duruyordu, zincirlerin yanında... “yukarda yer kalmamıştır hem soğuktur şimdi, hasta oluruz gel burada duralım” dedi.  “off naapıyosun ya sana yetişeceğm diye helak oldum yollarda, hayrola nereye gidiyoruz?” dedim.  “Ben haydarpaşaya gara gidiyorum sen nereye gidiyorsun?” dedi. “dalga mı geçiyorsun?” dedim. “yoo!” dedi ama kıkırdıyordu bir yandan da. Sol bölmede oturacak yer bulduk. cam kenarları doluydu. ortalarda bir yere iliştik. Çay söyledik. Hiç de adetim değildir çay içmek vapurda, vapura da öyle çok sık binmiyorum hem. Karşı tarafla pek işim olmaz, en son geçen yaz bi’ arkadaşlar gelmişti hollanda’dan onlarla geçmiştim kadıköy’e. illa rıhtımın arka tarafındaki pasajları sahafları filan gezicez demişlerdi.  Onlar da çay söylemişlerdi de ben içmemiştim hatırlıyorum. Neyse bu kez içtim işte, epey de koyu bir çaydı.  Karşımızdaki kız da çay içti, tam 4 tane de şeker attı küçücük bardağa. Bir anlam veremedim.   

Yazmalıyım değil mi sevgili okuyucular, yazmalıyım evet.

Cümlenin gerisi de şöyleydi bu arada:
“…peşinden gidilecek bir tekerlektir.; çocukken tekerleğe yön verdiğim sopa gibi, davranışlarım, konuştuğum dil, ve varlığımla, içlerinden birini, gitmesini istediğim yana yöneltebilirim."

1 yorum: